of.ozankaya@isnet.net.tr
30 Ağustos Zaferlerin Şahıdır!
30 Agustos 2024 07:55:02
30 Ağustos Zaferlerin Şahıdır!
26 Ağustos Büyük Taarruz, 30 Ağustos Zafer Bayramımız ve TSK Günümüz Değerleri İle Kutlanmalı.
Değerli 30 Ağustoscular,
9 Eylülcüler,
Türkiyeciler,
Evladı Mustafa Kemaller,
Zaferin kendisine ait olduğunu düşünen ve İstiklal Harbinde kanlarını bağımsızlık için seve seve veren Yüce Türk Milletinin evlatları,
Bugünden itibaren Zafer haftamız dolayısı ile 30. Ağustos Zafer Bayramımızı ve TSK Günümüzü, Cumhuriyetimizin Kuruluşunun yolunu açan Zaferimizi ve ona gönül verenleri gururla selamlıyoruz.
Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlığını yaptığı düzenli Türk Ordusu karşısında Özellikle İngiliz emperyalizminin desteğiyle; İzmir’den, Manisa, Aydın, Afyon, Eskişehir, Polatlı, Ankara hattına doğru ilerleyen Yunan Ordu’su, karşısındaki Türk Ordusu’ndan %25 daha fazla ve modern silahlara sahipti.
Bizzat Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hatlarına girerek yönettiği ve kazandığı bu zaferli savaş, Dünya Savaş Tarihine Dumlupınar –Başkomutanlık Meydan Muharebesi diye geçti.
Savaşın en ince noktalarına kadar hesaplayan Türk Kuvvetlerinin Kurmay Başkanlığı Karargahı, Büyük Taarruz Harekatını, 26 Ağustos 1922 tarihinde, şafak sökmeden, sabah saat 05.30 da Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle başlattı.
Bu saatten itibaren o gün, Askere, Vatan ve Milletin Kurtuluşu için size ölmeyi emrediyorum diyen Mustafa Kemal Paşa; hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır. Bu vatanın her toprağı kanla sulanmadıkça terk edilemez hedefine doğru, tüm kuvvetleri düşmana karşı harekete geçirdi.
Sakarya’da düşmanla göğüs göğüse çarpışan Türk ordusu, Kurt Kapanı, düşmanı oyalama, yanıltma ve boğma stratejisini uygulayarak, kısa zamanda 30 Ağustos’da General Trikopis komutasındaki Yunan Kolordularını, özellikle Yunan 4. 5. 9. ve 12 Tümenlerini kısmen ya da tamamen imha etti.
İki diğer Yunan Kolordusu’da kuşatılarak tamamen yenildi. 30. Ağustos 1922 tarihinde Saat 19.30 da, Yunan Ordusu’nun elindeki tüm modern silahlar ve bölge Türk Ordusu’nun eline geçti.
En sonununda da, 30 Ağustos’ta ise Yunan Orduları Komutanı Trikopisin başında bulunduğu son Yunan işgal kuvvetlerini de, T.B. M. M. den tam yetkili Başkomutan olarak savaşı yöneten Mustafa Kemal Paşa, emrindeki ölüm kalım savaşı veren kuvvetlerle, işgalci ve soykırımcı düşmanını tam bir bozguna uğratarak, düşmanın çok gerilere geri çekilmesini sağladı.
Bundan kısa süre sonrada, 30 Ağustos Zaferiyle yaratılan askeri fırsatı iyi değerlendiren Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk Milletini bağımsızlığa, kurtuluşa götürecek ve Cumhuriyetin kurulmasına giden kesin yolu döşeyecek olan ana askeri kararını, 1 Eylül 1922’de verdi.
Ve Orduları Uşak üzerinden İzmir’e doğru harekete geçirdi.
Atatürk’ün, tüm Ordulara ve Komutanlara verdiği o meşhur: “Ordular ilk Hedefiniz Akdeniz’dir” emriyle, 3 koldan, Ege bölgesinden taarrruza geçen Türk Kolorduları ve Kuvvayı Milliye teşkilatları, İzmir’e doğru yıldırım hızıyla hareket etti.
Çok kısa bir süre içinde 450 kilometre kat ederek, 26 Ağustos’ta ki Büyük Meydan Muhaberesi harekatından sonra, 15 gün içerisinde 9 Eylül 1922 tarihinde Tüm Yunan kuvvetleri Türk Ordusu tarafından kesin yenilgiye uğratıldı.
Ve bu esnada düşman Ordularının Komutanı Trikopis esir alındı.
9 Eylül’ de, İzmir Kadife Kaleye Türk Bayrağını çeken Türk Süvari Alayı kuvvetleri, İzmir’in düşman işgalinden kurtulması ile Türk Milletine büyük zaferi, Yunanistan ve onun destekçisi olan bilumum Emperyalistlere ve işbirlikçi hainlere de ağır ve dünya askeri tarihinde unutulmaz bir yenilgiyi tattırdı.
Bu yenilgiden sonra, yani 18 Eylül 1922’de ise fiilen tüm Yunan Kuvvetleri Türkiye’yi terk etti.
Sonuçta, 1 Ekim 1922’de, Emperyalistlere ve onların kullandığı Yunan işgalcilerine ve Padişahçı işbirlikçi hainlere diz çöktüren Türk Milli Kuvvetleri, İtilaf devletlerinin Mudanya Antlaşmasında da, Ankara Hükümetinin isteklerini kabul eden Tüm Yunan Kuvvetleri, resmen Ege’den ve Trakya’dan tamamen çekildi. Ve bölgeyi Ankara Hükümetine terk etti.
Bununla birlikte Çanakkale ve İstanbul’u işgal eden İtilaf devletleri de aynı akıbete uğrayarak, Mustafa Kemal Paşa’nın, 19 Mayıs 1919’dan önce, İstanbul Boğazındaki düşman gemilerine işaret ederek söylediği gibi, yani “geldikleri gibi” gittiler.
Ayrıca bu büyük Türk Zaferi, bir zamanlar kendilerince yenilmeyen,” güneşin hiç batmadığı İmparatorluk” lakaplı İngiltere’nin ünlü Başbakanı Llyod George’un da istifasını da sağladı.
Büyük Taarruzla başlayan ve 30. Ağustos’ta kesin Zaferi kutsayan ve 9. Eylülde İzmir’de düşmanı denize döken Türk ordusu, bu savaş başarısıyla, sadece Türk Milletinin yüceliğini, vatan ve bağımsızlık için ölümü göze almayı değil, aynı zamanda yenilmez denilen emperyalistleri yenerek, diğer mazlum milletlere de örnek ve önder oldu.
Bu konuda iki Devlet adamı şöyle demektedir:
«Pakistan Devlet Başkanı M. Ali Cinnah’ın 30 Ağustos Zaferi sonrası 11.09.1922’de Londra’da söyledikleri aynen şöyledir:
“Ne biz ne de her kitada yaşamakta olan tutsak ve mazlum ulusları bundan sonra tutamayacaksınız. Mustafa Kemal ve Türkler ki, kendileri için hazırlanan tabutu yayılmacıların başına geçirmişlerdir. Şimdi dünyada başlarına tabutlar geçirilecek başkaları da benzer sonuçlara hazırlanmalıdırlar “ diyerek dünyada oluşacak olan diğer ulusal kurtuluş savaşlarının da haberini vermiştir.
Hindistan Devlet Başkanı Mahatma Ghandi’nin 08.09.1922’de düzenlediği basın toplantısında 30 Ağustos konusunda söyledikleri ise şöyledir:
“Türkiye Orduları bir devir kapatmıştır. Şimdi mazlum ve tutsak devletler ve uluslar artık vazgeçilmez bir reçeteye sahiptirler. Mustafa Kemal’in utkusu, Dünya için özgürlük ve bağımsızlık sancağıdır,” demiştir. Bu anlamda daha sonraki Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin ve kurtuluşunun lideri olarak Mahatma Gandi Türkün Zaferini Mustafa Kemal Paşa’nın şahsında kutsamış ve onu örnek ve önder almıştır.
30 Ağustos Zaferinin Türk Milleti için önemini Atatürk 1924 yılında bizzat Dumlupnar’da yaptığı konuşmada aynen şöyle ifade etmektedir:
“Bilmeyen kalmamıştır ki: Ulusumuz, egemenliğini eline aldığı gün, en karanlık yoksulluğun, en derin uçurumun kıyısında idi. Bütün güçleri yıpranmış, bütün savunma araçları elinden alınmış, kutsal varlıkları saldırıya uğramış, pek acıklı bir durumda idi. Bütün bunları hiçe sayarak varlığını ve bağımsızlığını kurtarmaya karar verdi. Bu kararını başarıya ulaştırabilmek için kendine bir toplu davranış, bir belirli erek seçmesi gerekiyordu. Ulusun bütün varlığı ile, bütün inanıyla, canını dişine takarak o yolda birlikte yürümesi ve er geç başarıya ulaşması gerekti.
İşte baylar o erek bu yerdi, burasıydı. Umulan ve istenen başarı, işte burada kazanılan zaferdi.” demişti ve Atatürk konuşmasına şöyle devam etmişti,
“30 Ağustos Zaferi, Türk Tarihi’nin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, parlak zaferlerle doludur, ama Türk Ulusu’nun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbelli ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, olumsuz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin olumsuz koruyucularıdır” demiştir.
Atatürk’ün daha sonraki konuşmalarında da belirttiği gibi Türk Ordusu’nun Zaferiyle sonuçlanan Büyük Taarruz’da ki esas amaç, sadece düşmanı yenmek değil: “Kayıtsız şartsız bağımsız, yeni ve modern bir Türk devleti kurmaktı”.
30 Ağustos, Ebedi Milli Lider Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Emperyalizme karşı verilen dünyadaki ilk kurtuluş savaşı’n da, düşmanın imhasıyla taçlanan Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin yarattığı özgürleştirici bir ortam da sağlanan Bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun, çağdaşlığı simgeleyen bir ilke olan padişaha kulluktan özgür vatandaşa giden yolun açılmasıdır.
Bunu yaratan ise gücünü Yüce Türk Milletinin Tarihinden alan ve esasında Türk halkının üniformalısı olan Türk Milli Ordusu’nun, kendi Milleti’nin Milli Egemenliğini her şart altında kayıtsız şartsız savunacağı ve gerektiğinde ise bu uğurda şehit ve gazi olacağı bünyenin ta kendisidir.
Bugün, Türkiye’nin de içinde olduğu, “Ortadoğu Coğrafyasının” felaketine yol açacak olan, ABD nin BOP projesi kapsamında, ABD ile gizli 9 maddelik sömürge olma antlaşmasını yapan, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın izlediği siyasete karşı tavır alan ve komşularla ilişkilerde dostluk ve milli menfaatleri sulh çerçevesinde halletmek isteyen Atatürk’ün Afyon Karahisar’da Subaylara yaptığı konuşmada bahsettiği Millici Subaylara karşı, 1997 yılındaki MİT raporunda, Amerikan Dış İstihbarat Teşkilatı CIA’nın Orta Doğu’daki en güçlü sivil toplum örgütü diye tabir edilen, devlet içersindeki gladyo (Süper-NATO nun parçası) olan F-Tipi örgüt/FETÖ kullanılarak TSK’ya karşı yapılan operasyonlarla, TSK susturulmaya, imha edilmeye ve bu şekilde düşman tarafından, 30 Ağustos'un intikamı alınmaya çalışılmıştır.
Atatürk sanki bugünleri o zamandan görmüş ve Türk Subaylarına bugünde geçerli olan uyarı niteliğinde de çok önemli bir söylev bırakmıştır.
Türk Milleti için, Türk Ordusu, devlet ve millet başarısı, var olması ve yaşamı için olmazsa olmazıdır.
Çünkü Türk Ordusu, bir Halk Ordusudur ve Türk Milletinin üniformalı halidir.
Batı ordularına benzemez. Türk Ordusu, aynı zamanda Türklerin kimliksel karakterini de yansıtır.
Büyük Liderimiz Mustafa Kemal Atatürk işte bu nedenle, Afyonkarahisar’da çok önemli tarihi bir konuşma yapmıştır. Daha 30 Ağustos Zaferi’nden iki yıl önce, ileri görüşlü bir Türk Subayı’nın ve Türk Ordusu’nun ne olduğunu, ne yapması gerektiğini ve önemini analiz eden ve yorumlayan Mustafa Kemal Atatürk, 31 Temmuz 1920 tarihinde, Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde Subaylara hitaben yaptığı konuşmada, aynen şunları belirtmiştir:
“Millet, bağımsızlığını ordudan bekler’
Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.
Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır.
Efendiler!
Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdanı zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yok. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle ile mülahaza etmekle yetineceğim.
Arkadaşlar!
İngilizler ve yardımcıları, milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir.
Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete, hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerin tabiatında en yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvede, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için, bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için, kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. Kuvvet ordudur.
Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdanı imanıdır.
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye gayret ettiler.
Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de, izzeti nefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla, milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu.
Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır.
Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz.
Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.
Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kanı olmuş ve buna katı azim ile karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak ki, milletin vicdanı-imanıdır, mevcuttur.
Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; ordunun ruhu subaylardadır
O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.
Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil Eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.
Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır.
Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.
Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakâr sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür. Onları aşağılar ve hor görürler.
Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz.
Onun yaşamak için bir çaresi vardır. Şerefini korumak! Hâlbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır. Dolayısıyla subay için ya istiklal, ya ölüm vardır.
Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız “ diyerek adeta bugünleri işaret etmektedir.
Ebedi önderimiz Mustafa Kemal Atatürk bu durumun olabileceğini 93 yıl önceden görmüştür.
Ve bir Amerikalı gazeteciye verdiği mülakatta: “ 1. Dünya Savaşının sonuçlarıyla oluşturulan Orta doğudaki suni sınırlar, bir gün burada yaşayan halklar tarafından bozulacaktır. O zaman bu halklara karşı Emperyalistlerin yanında yer alacak yönetimler ve halklarda aynı akıbetten kurtulamayacaklardır “ demiştir.
Yukarda belirtildiği gibi, günümüzde de 30 Ağustos 1922’nin ve Atatürk’ün Subaylara hitaben 1920’de ki Afyon Karahisar Konuşmasının niteliği şimdi ki konjektürde bir kez daha çok önem kazanmaktadır.
Emperyalizme karşı kazanılan zaferin sonucunda elini güçlendirerek, Lozan’da masaya oturan Türk Milleti’nin temsilcileri, Milli Misaki sınırları içersinde yer alan Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin senedini, savaştığı düşmana masada da o gün verilen büyük çabalarla kabul ettirmiştir.
Tarihimiz, biz Türklerin karakterini çok iyi yansıtır ve geleceğimizin de teminatıdır.
Ve bu anlamda, gelecekteki yapacaklarımızın ve başarılarımızın da referans alınacak esaslarıdır.
Bazı zamanlarda ve bugünlerde Türk Milleti ve Ordusu kırılmalar ve sıkıntılar yaşasa da ana milli hatlarımız TSK içinde asla kaybolmamaktadır.
Atatürk gibi, sınırlarını kendi çizen bir liderlik ve onun destekliyen Türk Milleti, bu itibarla sınırlarının öbür tarafında yer alan komşuları ile irade koyarak her zaman sulh ve dostluk ilişkileri perçinlemiştir.
Bu perçinleme Emperyalistler tarafından, Körfez savaşına kadar kırılmak istense de, Türk Milleti ve Ordusu bu yönde kesin tercihini yapmıştır.
TSK Emperyalizme, komşu/kardeş kanı akıtmaya o gün de hayır demiştir.
1950 li dönemin, siyasi yöneticilerinin, Emperyalist Proje olan NATO’ya Türkiye’yi sokması haricinde, kısmen de olsa, TÜRK ORDUSU büyük hatalardan uzak durmuştur.
Türk Milleti, Ordusu’nu Atatürkçü düşünceyle yetiştirmiştir.
Hal böyle iken, TSK lerinin NATO ve onun patronu ABD, bu dönemde boş durmamış, Türk Milleti’nin ve Devleti’nin koruyucusu ve Kollayıcısı olmaması için 1952’den itibaren adım adım TSK de kendi yandaşlarını ve yanaşmalarını yaratmış ve TSK’ni Milli düşünceden uzaklaştırmak ve kendine yanaşma olarak kullanmak için elinden geleni yapmıştır.
Ve Amerikalılar, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 de, bizzat CIA Ankara İstasyon şefi, Poul Henze’nin deyişiyle; “Bizim oğlanlar iktidarda” diyerek, kendi yandaşlarını TSK’nın başına getirdiklerini itiraf etmişlerdir.
Bu iki darbe döneminde, binlerce Atatürkçü Subay işkenceden geçirilmiş ve tasfiye edilmiştir.
Fakat ABD’nin gücü, tohumu, toprağı ve mayası Türk MİLLETİ’nden ve gövdesi Atatürkçü düşünceden olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içersindeki Millici Subayları tamamen imha etmeye yetmemiştir.
Alttan sürekli üreyen Atatürk ilkelerine bağlı Subayların yetişmesi ABD’nin istediği gibi istenildiği ölçüde engellenememiştir.
Şimdiki durum berraktır.
Kimin neyin yanında olduğu anlaşılmıştır.
Yapılacak olan da bellidir.
Bundan sonra, savaşçı TSK personeli ve Atatürk ilkelerine bağlı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk Milleti, ortak aklını, gücünü tarihinin derinliklerinden alan bir Millet olarak kullanmalı ve PKK, FETÖ, IŞİD terörizminin baş hamisi, ABD Emperyalizmi’nin ve İsrail Siyonizmi’nin başını çektiği düşmana karşı; Milli Birleşik Cepheyi oluşturarak, yeniden, Cumhuriyet Devrim Kanunları’nı ve Atatürk’ün 6 Ok’ta ki, rejimi belirleyen; simge ve içeriği, yeniden güncelleyerek ve yerl yerine oturtarak, Türkleri 3. defa Ergenekon’dan çıkarmalı ve yeni bir 30 Ağustos’ta tekrar yeni bir Zaferini bir kere daha yeniden ilan etmelidir.
Bugün herbir Türk, esasında TSK yi desteklemeyen, bir sus, ihanet ve esaret payı olarak verilen, partilerdeki; parti meclisi üyeliğini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’n de ki Milletvekili borsası’n da milletvekili olmayı, Belediye Borsası’n da Belediye Başkanı ve Parti borsasında partilerde il ve ilçe başkanı olmayı kesinlikle ret etmelidir.
Çünkü hiç bir Parti ve Parti Başkanı Türkiye Cumhuriyeti’nden ve TSK’dan daha önemli, değerli ve kutsal değildir.
Çünkü söz konusu olan Türklük ve Vatan dır.
Günlük kişi menfatine yönelik olarak verilen arpalıklar, kişisel menfaatler uğruna Türklük ve Vatan satılmamalıdır.
Türk Milleti’nin değerli mensupları, Türk’ün, Coğrafyasındaki her yeri yeniden Samsun ve Ergenekon yapmalıdır.
Yüce Türk Milletinin evlatları, biz, Millet, Devlet ve Ordu yaratmada mahareti olan çok ender milletlerdeniz.
Kimse bizi imha edemeyecektir.
İmha etmemesi için, birbirimize, Milletimizin ilkeli davranan fertleri olarak sarılmalıyız.
Kenetlenmeliyiz.
Evet biz Türkler, Zafer Bayramımızı ve TSK Günümüzü, gururla kutlamaya devam edelim ve etmeliyiz.
Şartlara bakmadan nerede olursak olalım 30 Ağustos ruhuyla hareket etmeliyiz.
Çünkü 30. Ağustos’a sahip çıkmak, Türk olarak kendine sahip çıkmaktır.
Hiç kimse, şu konuda hiç bir şekil ve içerikte tereddüt etmemelidir, 1919 da Atamızın işbirlikçi hainler ve onların efendilerine, geldikleri gibi gitmeyi 1922’de nasıl yaşattıysa, işte yine bugünlerde Büyük Türk Milleti bunu onlara, çok uzun bir süre içinde olmayacak bir zaman içinde elbette tekrar yaşatacaktır.
Emperyalistlerin Türkiye’yi bölme ve parçalama heveslerini kursaklarında bırakacaktır.
Emperyalistleri, makam işgalcisi uşaklarıyla birlikte, Anadolu Topraklarına bir kez daha tekrar gömecektir.
Onları imha edecektir.
Çünkü Türk Milleti, bunu yapacak tarihe, kudrete ve Millet bilincine sahiptir.
Evet bugün, sadece Zafer günümüzü değil, aynı zamanda 2000 yıllık resmi bir geçmişi olan Türk Silahlı Kuvvetleri Günümüzü’de Bayram olarak kutluyoruz.
Fakat bir farkla, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşıyla 2. Ergenekon’dan çıkışının oluştuğu Türkiye’mizde, Bayram Kutlaması TSK nın elinden alınmış, Kutlamalar Hipodrumlardan çıkartılmıştır.
Türk Ordusu’nun Subayları’nın, Emperyalistlerin Türk Milli Ordusunu, başka mazlum halklara karşı kullanılmasına karşı çıkıp, ordunun tüm teçhizat ve uluslararası ilişkilerdeki yapısının Millileştirilmesini isteyen, terörün Emperyalistlerin kontrolünde olduğunu savunan ve buna karşı Milli tavır alan, Atatürk’ün, “ya İstiklal ya ölüm” ilkelerine bağlı, milletini düşünen, en tecrübeli subaylarının, Amerikan Emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, ABD Koordineli,Tayyip Erdoğan, FETÖ ve PKK ortaklığında, TSK’nın güzide personelinin tasfiye edildiği farkıyla.
Aynı zamanda bugün TSK’nın komuta sistemi ve fabrika ayarlarıyla ile oynanması ve bir çok anlamda da TSK’nın iğdiş edilmesi farkıyla kutluyoruz.
15 Temmuz 2016’da, ABD’nin Türkiye’de ki Gladyosu FETÖ tarafından girişilen darbeye ve TSK içine yerleştirdikleri teröristlere karşı direnen ve FETÖ cüleri derdest eden Vatanperver Atatürkçü TSK subay ve erleri, yine TSK’nın tekrar Yüce Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli güvencesi olduğunu bir kere daha dost düşmana göstermiştir.
15 Temmuz’dan sonrada herzaman olduğu gibi yine bütün dünya ya TSK var oldukça Türk Devleti’nin ve Milleti’nin ebediyen ayakta ve diri olacağını bir daha göstermiştir.
Evet bu günü yine, 22 Temmuz’dan (2015) bu tarafa ise, Kahraman Türk Ordusunun, Amerika’nın kara gücü olan, Suriye’nin Kuzeyinde bir ABD üretimi olan PKK ile IŞİD’in üst üste tüm alanlarda imha edilmesi için yaptığı başarılı harekatından dolayı büyük bir mutlulukla kutluyoruz.
Yurtta Sulh Cihan’da Sulh şiarını kendisine ilke edinmiş olan, Yüce Türk Milleti’nin bu Milli ordusu, son 15 yıldır, ABD Emperyalistlerinin patronu olduğu NATO’nun ileri karakolu olmasına ve ABD ve AB Emperyalistlerinin menfaatleri için Ortadoğu, Asya ve Afrika’da ihraç malı gibi jandarmalık yapmak istememekte ve hala buna karşı TSK bir çok anlamda direnmektedir.
Bu Milli Subaylar, Milli Ordu, Milli gemi, Milli şifre yazılımı, Milli mühimmat, Milli hava Savunma sistemi, Milli Radar sistemi, Milli Savaş ve Savunma Stratejisi, Milli Savunma, Savaş ve Uzay sanayisinin güçlendirilmesini istemektedir.
İşte Terörün kaynaklarının tespit eden TSK’nın bu Atatürk çizgisinde ki subayları, terörün NATOcu sözde müttefikleri tarafından nasıl desteklendiğini net bir biçimde bilmekte ve buna karşı tavır almaktadır.
Nitekim bugün TSK efsanesi tekrar geri dönmüştür.
PKK terörü ve onu; eğiten ve destekleyen Batılı emperyalistler, Türk Milletinin üniformalı hali olan TSK’nın, 22 Temmuz 2015 de, PKK’ya, esasında ABD’ye ve müttefiklerine karşı başlayan kutsal harekatıyla ve 15 Temmuz 2016’da da Amerikancı FETÖ gladyosunun darbe girişimcilerine karşı ABD ve müttefiklerine attığı şamarla, TSK bir kez daha yenilmediğini ve yenilmeyeceğini, irili ufaklı dost ve düşmana göstermiştir.
Bugünde bu Milli direniş, TSK’yı hep Türk Milletinden koparmaya ve rencide etmeye çalışanlara da büyük bir şamardır.
PKK ve PKK’nın Hava gücü olan ABD’ye, TSK’nın attığı şamardan dolayı, ABD ve müttefikleri, yenilginin ezikliğiyle bugün bile telaş içersindedir.
TSK’nın önderliğindeki bu milli direniş, olayı çözmüş ve durum her imha edilen PKK hedefinin, esasında imha edilen ABD ve onun müttefikleri olduğunu belirlemiştir. Ve bu ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere’den can havliyle verilen mesajlarından da anlaşılmıştır.
Bugünde, Suriye’nin Kuzeyi’nde ve Doğusu’nda, ABD imalatı İŞİD ve PKK’yı ve ABD- İSRAİL Koridorunu, yani sözde Kürt koridorunu imha etmek için harekete geçen TSK’nın, daha ilk andan itibaren büyük başarısı, TSK nın manevra ve yüksek vurucu ve caydırıcı kabiliyetini bir daha emperyalistlere göstermiştir.
Bu durumda hala TSK’nın içinde Kurtuluş Savaşı ruhu’nun devam ettiğinin bir göstergesi olduğu için, TSK ile gurur duymalıyız.
Yukarda belirttiğimiz neden ve sonuçlardan dolayı, Kurtuluş Savaşımızda bize bu zaferi tattıran ve bu ruhun devam etmesini sağlayan, başta Atatürk olmak üzere, İttihat Terakki’den devir alınan Anadolu ve Trakya’da Müdafaa Hukuk Cemiyetlerine ve Kuvayı Milliyeyi kuran o zamanın Jön Türk istihbarat teşkilatı olan, Teşkilatı Mahsusa üyelerine (ki bunlardan biriside o dönemde Mustafa Kemal Atatürk ve Hasan Tahsindir), Egeli Efelere, Kağnılarla, at arabalarıyla sırtlarında Cephane ve diğer mühimmatları taşıyan yiğit Türk kadınlarına, dönemin Türk Milli Ordu’suna ve diğer Milli kuvvetlere, düşmanın işgal ettiği bölgelerimizden silah ve cephane taşıyan, İpsiz Receplere, Laz takalarına ve reislerine, Makbule Çavuşlara, Kara Fatmalara, Nene Hatunlara, Sütcü Imamlara, İstanbul Mim Mim Grubuna ve Karakol Gruplarına, direnişte ve kurtuluşta en ön saflarda yer alan; Hacı (Hace) Bektaş, Şah Kulu ve Karaca Ahmet Dergahlarına, Kadiri Dergahlarına ve ekmeğini aşını erzak ve biricik körpe çocuklarını asker olarak Mustafa Kemalci Kuvvetlere, Vatan’ın kurtuluşu için veren yoksul Türk köylülerine olan şükran borcumuzu, burada bir kez daha teyyit ediyor, onların anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Düşman bugün, emperyalizm kendi dördüzleri olan; PKK, FETÖ , IŞİD ve Ermeni “Diasporası” üzerinden Türkiye ye karşı bir savaş vermektedir.
Bu savaşın adı da onun için ”Türkiye ile–Amerika ve müttefikleri arasında bir Savaş tır”. TSK nın hedefi, Emperyalizm ve yerli işbirlikçileridir.
Bu savaşı da, Ordu- Millet el birliğiyle aynen 1922 lerde olduğu gibi her ne olursa olsun tekrar kazanacağımıza inanıyorum.
Atamızın bize dediği gibi,” Yurtta Sulh Cihan’da Sulh” İlkesine bağlı kalarak, “Ne Mutlu Türküm” demeden geri kalmayalım ve “söz konusu Vatansa gerisi teferruattır” ilkesine sadık kalalım diyorum.
Bunun için, tekrar ve tekrar Yurtsever Partilerle, kuruluşlarla, fertlerle, yediden yetmişe herkesle, SADECE ANAVATANDAKİLER DEĞİL, YURT DIŞINDADAKİ TÜRKLERDE BUNA DÂHİL EDİLEREK, 1919’da, 1922’de ve 1923’de oldugu gibi, Milli Birleşik Cepheyi, Milli PAKTı, bugün lüks olan fikir ve tavır ayrılıklarını ve şişkin egoları bir tarafa bırakarak, Anavatan’ın ve Türk Milleti’nin selameti için, kurma çağrısını yapalım diyorum.
Ve 30 Ağustosculara ve 9 Eylülcülere de yakışan budur diyorum.
Tekrar Zafer haftamız dolayısı ile Omurgası Türk Milleti ve önderi Atatürk olan 30. Ağustos Zafer Bayramımız ve TSK günümüz, tekrar Yüce Türk Milletine kutlu olsun diyorum.
Ve bizi biz yapan değerlerimizden olan TSK’yı; terörizme, Emperyalizme, Siyonizme ve gerici-bölücü yerli işbirlikçilerine karşı destekleyelim diyorum.
Ne Mutlu Türküm diyenlere, Büyük Türk ULUSU, Hace (Hacı) Bektaşi Veli’nin dediği gibi;” Bir olalım, İri Olalım, Diri olalım” diyorum.
ERGENEKON, BALYOZ ve DİĞER KUMPAS DAVALARINDA ABD’NİN GLADYOSU FETÖ TARAFINDAN TASVİYE EDİLEN KOMUTANLARIN TEKRAR GÖREVE ÇAĞRILMASINI, Askeri okulların tekrar açılmasını ve TSK nın Fabrika Ayarlarıyla Oynanmamasını ISRARLA TALEP EDELİM DİYORUM.
Yaşasın 26 Ağustos Büyük Taarruz ve 30 Ağustos, Yaşasın Mustafa Kemal RUHU VE DÜŞÜNCESİ ve onun mensubu olarak öğündüğü Yüce Türk Milleti.
Bin Selam Sana Yüce Türk Milletinin Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri.
Sefa YÜRÜKEL
Sosyal Antroplog ve Etnograf, Soykırım ve Terörizm Araştırmacısı