
of.ozankaya@isnet.net.tr
Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Türkiye’nin Stratejik Açmazı
19 Nisan 2025 12:30:16
Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Türkiye’nin Stratejik Açmazı: Mavi Vatan, Uluslararası Hukuk ve Enerji Rekabeti Perspektifinden Kapsamlı Bir Analiz
Doğu Akdeniz, günümüzde yalnızca bölgesel güçlerin değil, küresel aktörlerin de dikkatini çeken stratejik bir alan haline gelmiştir. Bölge, sahip olduğu zengin hidrokarbon kaynakları ve enerji koridorları ile dünya enerji politikalarının merkezlerinden biri olma yolunda ilerlemektedir. Bu durum, Doğu Akdeniz’i sadece coğrafi değil, aynı zamanda jeopolitik bir rekabet alanına dönüştürmektedir.
Bölgedeki enerji kaynaklarının paylaşımı; münhasır ekonomik bölgeler (MEB), kıta sahanlığı ve deniz yetki alanlarının belirlenmesi üzerinden uluslararası hukuk ekseninde yürütülen tartışmalarla şekillenmektedir. Bu tartışmalar, zamanla diplomatik krizlere ve askeri gerilimlere yol açmakta; taraf devletlerin dış politika ve güvenlik stratejilerinin öncelikli gündem maddeleri arasında yer almaktadır.
Türkiye ise bu jeopolitik denklemde, “Mavi Vatan” doktrini doğrultusunda kendi deniz yetki alanlarında egemenlik ve hak iddialarını savunmaktadır. Mavi Vatan, Türkiye’nin denizlerdeki stratejik çıkarlarını uluslararası hukuk ve caydırıcılık temelinde güvence altına almayı hedefleyen bir yaklaşımdır (Gürdeniz, 2020). Bu çerçevede Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki politikaları, enerji güvenliği kadar ulusal egemenliğin de korunması perspektifinden değerlendirilmektedir.
1 . Doğu Akdeniz, son yıllarda enerji rezervlerinin keşfiyle birlikte yalnızca bölgesel değil, aynı zamanda küresel güç dengeleri açısından da kritik bir jeopolitik merkez haline gelmiştir. Doğalgaz rezervleri, deniz yetki alanları, münhasır ekonomik bölgeler (MEB) ve kıta sahanlığı tartışmaları, uluslararası hukukta büyük bir karmaşa yaratmaktadır. Türkiye’nin bu alandaki hak ve menfaatleri, özellikle “Mavi Vatan” doktrini çerçevesinde savunulmaktadır (Gürdeniz, 2020).
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de karşı karşıya kaldığı stratejik açmazlar, sadece askeri değil, aynı zamanda diplomatik, hukuki ve enerji politikaları bağlamında çok boyutludur. ABD, AB, İsrail ve Yunanistan’ın bölgede geliştirdiği iş birlikleri, Türkiye’nin bölgesel yalnızlığını artırmakta ve diplomatik manevra alanını daraltmaktadır (Kirişci, 2020).
- Mavi Vatan Doktrini: Kavramsal Çerçeve
“Mavi Vatan”, emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’in öncülüğünde geliştirilen bir doktrin olarak, Türkiye’nin deniz yetki alanlarında egemenlik haklarını savunmayı hedeflemektedir (Gürdeniz, 2020). Bu vizyon, Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kıta sahanlığı ve MEB sınırlarını genişletme amacını taşır.
Bu strateji, deniz kuvvetlerinin etkinliğini artırmak, ekonomik kaynaklara erişimi güvence altına almak ve bölgesel caydırıcılığı tesis etmek açısından önemlidir (Egeli, 2020). Mavi Vatan’ın temel ilkesi, denizlerin kara kadar stratejik olduğudur.
Bu bağlamda, Mavi Vatan yalnızca bir savunma stratejisi değil, aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası hukuk nezdindeki pozisyonunu tahkim etmeyi amaçlayan bir dış politika aracıdır. Bu doktrin ile Türkiye, deniz yetki alanlarında hukuki, diplomatik ve askeri kapasitesini bir arada kullanmaktadır (Bektaş, 2021).
- Uluslararası Deniz Hukuku: Türkiye’nin Pozisyonu
Türkiye, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (UNCLOS) taraf değildir. Bu durum, Türkiye’nin uluslararası hukuk sistemine aykırı bir pozisyonu olduğu anlamına gelmemektedir; aksine, UNCLOS’un özellikle ada devletlerine tanıdığı geniş MEB hakları, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki haklarını kısıtlamaktadır (Tanaka, 2015).
Özellikle Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Sevilla Haritası’nı temel alarak Türkiye’nin kıta sahanlığını sınırlandırma çabası içindedir. Ancak Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) ve Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (ITLOS) tarafından alınan Bangladeş/Myanmar (2012) ve Gana/Fildişi Sahili (2017) kararları, kıyı uzunluğu ve coğrafi konum gibi etkenlerin dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır (Oral, 2010).
Bu kararlar, Türkiye’nin “adalara sınırsız MEB tanınamaz” tezini destekleyen emsaller oluşturmaktadır. Bu nedenle Türkiye, uluslararası hukuk içinde kendi haklı pozisyonunu kuvvetle savunabilir durumdadır.
- Kıbrıs Meselesi ve KKTC’nin Rolü
Kıbrıs Adası, Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminin merkezinde yer almaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), adanın tümünü temsilen hareket ederek münhasır ekonomik bölge (MEB) ilan etmiş ve uluslararası enerji şirketlerine ruhsatlar vermiştir. Bu durum, hem uluslararası hukuk hem de Türkiye açısından ciddi sorunlara yol açmaktadır (Özersay, 2001).
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Türkiye dışında herhangi bir devlet tarafından tanınmamakla birlikte, Türkiye ile imzaladığı deniz yetki alanı ve ruhsatlandırma anlaşmaları meşru bir zemin sunmaktadır. Türkiye, bu anlaşmalar doğrultusunda sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerini sürdürmektedir (Bektaş, 2021).
GKRY’nin tek taraflı girişimlerine karşılık Türkiye, Kıbrıs Türk halkının da adanın doğal kaynaklarında eşit haklara sahip olduğunu vurgulamakta ve bu çerçevede fiili koruma stratejileri geliştirmektedir. Uluslararası hukukta, devletlerin yalnızca tanınma temelinde değil, fiili kontrol ve karşılıklı anlaşmalar temelinde de hak sahibi olabileceği unutulmamalıdır.
- EastMed Projesi ve Türkiye’nin Dışlanması
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin dışlandığı en açık örneklerden biri EastMed boru hattı projesidir. Bu proje; İsrail, GKRY ve Yunanistan iş birliğiyle planlanmış ve Avrupa Birliği’nin de desteğiyle gündeme gelmiştir. Türkiye, bu projeye dahil edilmemiştir (Brookings Institution, 2020).
EastMed boru hattı, ekonomik olarak fizibilitesi tartışmalı olsa da politik olarak Türkiye’ye karşı bir dengeleme aracı olarak tasarlanmıştır. Aynı zamanda Türkiye’nin Mavi Vatan kapsamındaki kıta sahanlığı iddialarını doğrudan ihlal eden bir güzergâhtan geçmektedir (ELIAMEP, 2021).
Bu oluşumlar, Sevilla Haritası’nı dayanak göstererek Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne hapseden maksimalist harita anlayışlarını meşrulaştırma çabasındadır. Türkiye bu nedenle, enerji projelerinde oyun kurucu olabilmek için hem hukuki hem de diplomatik mücadeleyi eş zamanlı yürütmek zorundadır.
- Deniz Gücü ve Fiili Varlık Stratejisi
Türkiye, deniz yetki alanlarındaki haklarını yalnızca diplomatik yollarla değil, aynı zamanda askeri ve teknik kapasitesini sahaya yansıtarak savunmaktadır. NAVTEX ilanları, Oruç Reis ve Barbaros Hayreddin Paşa gibi sismik araştırma gemileri, bölgedeki fiili varlığın temel araçlarıdır (Egeli, 2020).
Buna paralel olarak deniz kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen tatbikatlar, caydırıcılık ve güç projeksiyonu amacı taşımaktadır. Doğu Akdeniz’deki askeri varlık, yalnızca güvenlik değil, diplomasi için de bir kaldıraç işlevi görmektedir (Uluçevik, 2021).
Türkiye’nin donanma modernizasyonu ve Mavi Vatan kapsamındaki askeri yatırımları, bölgesel dengeyi doğrudan etkilemektedir. Bu durum, başta Yunanistan olmak üzere bölgedeki aktörlerin Türkiye ile doğrudan diyalog kurma ihtiyacını artırmaktadır.
- Libya Anlaşması: Stratejik Dönüm Noktası
Türkiye’nin 2019 yılında Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı deniz yetki alanları anlaşması, Doğu Akdeniz’deki dengeleri kökten değiştirmiştir. Bu anlaşma, Türkiye’nin Mavi Vatan tezini uluslararası bir belgeyle destekleme açısından büyük önem taşımaktadır (Yıldız & Tuncel, 2020).
Bu hamleyle Türkiye, GKRY-Yunanistan-İsrail ittifakına karşı denge unsuru yaratmıştır. Libya ile yapılan anlaşma sayesinde Türkiye, kıta sahanlığı sınırlarını Doğu Akdeniz’in batısına doğru genişletmiştir. Ayrıca bu anlaşma, EastMed boru hattının geçiş güzergâhını hukuki açıdan tartışmalı hale getirmiştir (Gazioğlu, 2022).
Türkiye, benzer girişimleri İsrail, Mısır gibi ülkelerle de gerçekleştirmek suretiyle bölgedeki diplomatik yalnızlığı aşabilir. Bunun için ortak ekonomik çıkarlar ön plana çıkarılmalı ve teknik düzeyde diyaloğa dayalı platformlar kurulmalıdır.
- Uluslararası Hukukta Türkiye’nin Elindeki Araçlar
Türkiye, her ne kadar UNCLOS’a taraf olmasa da, uluslararası hukuk içinde savunabileceği güçlü argümanlara sahiptir. Özellikle ITLOS ve ICJ kararları, deniz yetki alanlarında adil paylaşımı ve coğrafi kriterleri öne çıkaran hükümler içermektedir (Oral, 2010).
Bangladeş/Myanmar ve Gana/Fildişi Sahili davaları, Türkiye’nin özellikle adaların sınırsız deniz yetki alanı yaratamayacağı yönündeki görüşlerini desteklemektedir. Bu kararlar, Türkiye’nin uluslararası platformlarda hukuk temelinde meşruiyet arayışında önemli bir referans oluşturmaktadır.
Bunun yanı sıra, Türkiye NATO, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve BM platformlarında konuyu sürekli gündemde tutarak uluslararası kamuoyunda farkındalık yaratabilir (Gürel et al., 2013). Bu noktada, uluslararası hukuk stratejik bir enstrüman olarak değerlendirilmelidir.
- Kamu Diplomasisi ve Algı Yönetimi
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tezlerinin uluslararası kamuoyunda yeterince destek görmemesi, etkili bir kamu diplomasisinin eksikliğine işaret etmektedir. Batı kamuoyunda genellikle Türkiye’nin agresif bir aktör olduğu yönünde algı oluşmuştur (SETA, 2021).
Bu algının değişmesi için think-tank kuruluşları, üniversiteler ve medya organları aracılığıyla Türkiye’nin hukuk temelli yaklaşımlarının anlatılması gereklidir. Özellikle ABD ve Avrupa’daki karar alıcı çevrelere yönelik özel iletişim stratejileri geliştirilmelidir.
Kamu diplomasisi, sadece hükümet politikalarının değil, aynı zamanda tarihsel hakikatlerin ve uluslararası hukuk normlarının da görünür kılınmasını sağlar. Bu bağlamda, Türkiye’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz politikaları yalnızca resmi diplomasiyle değil, çok katmanlı iletişim stratejileriyle desteklenmelidir.
- Enerji Politikaları: Rekabet ve İşbirliği Seçenekleri
Doğu Akdeniz, enerji rekabetinin küresel ve bölgesel aktörler düzeyinde yaşandığı bir alan haline gelmiştir. İsrail, Mısır, GKRY ve Yunanistan gibi ülkeler enerji rezervlerini Avrupa pazarına ulaştırma çabası içerisindedir. Türkiye ise bu projelerde dışlanarak enerji güvenliği açısından çevrelenmeye çalışılmaktadır (Yüceer & Ünal, 2019).
Buna rağmen Türkiye, coğrafi konumu ve enerji altyapısı nedeniyle bölgedeki enerji denkleminde vazgeçilmezdir. Trans-Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) gibi projeler, Türkiye’nin enerji geçiş ülkesi pozisyonunu pekiştirmiştir. İsrail ve Mısır gibi ülkelerle geliştirilecek enerji diplomasisi, Türkiye’nin hem ekonomik hem stratejik kazanımlar elde etmesini sağlayabilir (Erşen & Karataş, 2018).
Enerji iş birlikleri, aynı zamanda siyasi yakınlaşmaların önünü açabilir. Bu bağlamda Türkiye’nin enerji projelerine teknik, ekonomik ve çevresel açılardan entegre edilmesi yönünde diplomatik açılımlar önem kazanmaktadır.
- Mısır ve İsrail ile İlişkilerin Normalleşme Potansiyeli
Mısır ve İsrail, Doğu Akdeniz’de enerji ve güvenlik bağlamında kilit aktörlerdir. Her iki ülke de GKRY ile ilişkilerini sürdürmekte, ancak Türkiye ile çıkarlarının çakıştığı pek çok başlık bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin bu iki aktörle diyalog kurması, bölgedeki yalnızlığını kırabilecek bir adım olabilir (Bilgin, 2021).
İsrail-Türkiye ilişkilerinde son dönemde yaşanan normalleşme süreci, enerji projeleri üzerinden daha da derinleştirilebilir. Özellikle Leviathan sahasındaki doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması hem ekonomik hem de jeopolitik açıdan rasyonel bir seçenektir (ELIAMEP, 2021).
Mısır ise Akdeniz’de Türkiye ile rekabet hâlinde görünse de, uzun vadede ortak deniz yetki alanı belirleme potansiyeli barındırmaktadır. Türkiye’nin bu aktörlerle temasa geçerek MEB anlaşmaları konusunda ortak zemin araması, dengeleri lehine çevirebilir.
- NATO, AB ve Uluslararası Kurumlarla Etkileşim
Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikalarında etkili olabilmesi için uluslararası kurumlarla daha yapıcı ve çok boyutlu ilişkiler kurması gerekmektedir. NATO çerçevesinde Türkiye, deniz güvenliği başta olmak üzere birçok konuda aktif rol üstlenmektedir. Ancak son yıllarda müttefiklerle yaşanan güven bunalımı, Türkiye’nin diplomatik etkisini azaltmıştır (NATO PA, 2021).
Avrupa Birliği, GKRY üzerinden Türkiye’ye karşı yaptırım tehditleri üretmekte ve GKRY’nin tek taraflı tezlerini kabul etmektedir. Bu yaklaşım, AB’nin tarafsız arabuluculuk kabiliyetini zayıflatmaktadır. Türkiye’nin AB ile enerji güvenliği, göç ve bölgesel istikrar gibi ortak çıkarlar temelinde ilişkilerini yeniden tanımlaması gereklidir (EPRS, 2021).
Buna ek olarak, Türkiye BM gibi platformlarda uluslararası deniz hukuku konularını gündeme taşıyarak, GKRY’nin maksimalist politikalarını ifşa edebilir.
- Sevilla Haritası ve Uluslararası Meşruiyet Sorunu
Sevilla Haritası, AB’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları konusunda referans aldığı tartışmalı bir belgedir. Harita, Yunanistan ve GKRY’nin deniz yetki alanlarını azami şekilde genişletirken, Türkiye’nin sadece Antalya Körfezi açıklarında sınırlı bir deniz yetki alanına sahip olabileceğini öne sürmektedir (Bektaş, 2021).
Uluslararası hukukta, siyasi belgelerin bağlayıcılığı olmadığı gibi, Sevilla Haritası da teknik ve hukuki bir geçerliliğe sahip değildir. Ancak AB ve bazı üye devletler, bu haritayı siyasi baskı unsuru olarak kullanmaktadır. Türkiye bu haritayı sistematik biçimde uluslararası kamuoyuna teşhir etmeli, hukuki temellerden yoksunluğunu vurgulamalıdır (Oral, 2010).
ITLOS ve ICJ kararlarının, coğrafi gerçeklikleri ve deniz sınırlandırmasında hakkaniyet ilkesini esas alması, Sevilla Haritası’nın geçersizliğini ortaya koymaktadır.
- Yunanistan’ın Maksimalist Politikaları ve Silahlanma Hamleleri
Yunanistan, Doğu Akdeniz ve Ege’deki politikalarını maksimalist bir anlayışla yürütmektedir. Özellikle adaların kıta sahanlığı yaratabileceği iddiası, uluslararası hukukta kabul görmeyen bir yaklaşımdır. Bununla birlikte Fransa ve ABD gibi ülkelerle savunma iş birlikleri geliştirmesi, Türkiye açısından dikkatle takip edilmesi gereken bir gelişmedir (Uluçevik, 2021).
Yunanistan’ın askeri yatırımları ve Doğu Akdeniz’de düzenlediği ortak tatbikatlar, bölgede tansiyonu yükseltmekte ve doğrudan Türkiye’yi hedef almaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin askeri dengeyi gözeten bir caydırıcılık politikası izlemesi gereklidir.
Ancak askeri rekabetin tek başına bir çözüm olmayacağı açıktır. Türkiye’nin diplomatik ve hukuki zeminlerde de Yunanistan’ın iddialarını çürütecek girişimlerde bulunması elzemdir.
- Kıbrıs’ta Çözüm Arayışları: Federal mi, İki Devletli mi?
Kıbrıs meselesi, Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı ve deniz yetki alanı anlaşmazlıklarının merkezinde yer almaktadır. GKRY, adanın tümünü temsilen enerji politikaları yürütmekte, bu da KKTC’nin ve dolayısıyla Türkiye’nin haklarını yok saymaktadır (Gürel et al., 2013).
Federal çözüm önerisi, uzun yıllar BM ve AB tarafından desteklenmiş ancak sonuç alınamamıştır. 2020 sonrası Türkiye ve KKTC, iki devletli çözüm modelini daha sık dillendirmeye başlamıştır. Bu yaklaşım, özellikle enerji kaynaklarının adil paylaşımı açısından daha gerçekçi görünmektedir (International Crisis Group, 2020).
Enerji iş birliği, Kıbrıs meselesinin çözümü için teşvik edici bir unsur olabilir. Türkiye ve KKTC’nin adanın ortak kaynaklarına yönelik önerileri, çözüm sürecinde yeni bir diplomatik zemin yaratabilir.
- Türkiye’nin Çok Katmanlı Stratejisi: Askeri, Hukuki ve Diplomatik Entegrasyon
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin etkili olabilmesi için yalnızca askeri ya da diplomatik bir hamle yeterli değildir. Türkiye’nin Mavi Vatan doktrini çerçevesinde çok katmanlı ve bütünleşik bir strateji izlemesi gereklidir. Bu strateji; askeri caydırıcılığı, uluslararası hukuk çerçevesinde hak arayışını ve etkili diplomatik girişimleri eş zamanlı içermelidir (Egeli, 2020).
Türkiye, deniz kuvvetleriyle sağladığı saha kontrolünü, diplomatik platformlarda desteklemeli; aynı zamanda hukuki meşruiyeti sağlamlaştıracak belgeler ve kararlar üretmelidir. Bu entegre yaklaşım, yalnızca kriz yönetimi değil, aynı zamanda kriz önleme kapasitesi de yaratacaktır.
- Türkiye’nin Yeni Diplomasi Yönelimleri ve Bölgesel İş Birliği İhtimali
Son yıllarda Türkiye, başta Körfez ülkeleri olmak üzere birçok ülkeyle normalleşme politikaları başlatmıştır. Bu politikanın Doğu Akdeniz’e de yansıtılması mümkündür. Özellikle enerji güvenliği ve ticaret üzerinden oluşturulacak yeni bölgesel iş birliği platformları, Türkiye’nin yalnızlığını kırabilir (Yıldız & Tuncel, 2020).
Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na Türkiye’nin katılımı, mevcut haliyle olmasa da alternatif bir formatta gerçekleşebilir. İsrail, Mısır ve hatta Lübnan ile teknik düzeyde kurulacak enerji koordinasyon mekanizmaları, hem ekonomik hem jeopolitik kazanımlar sağlayabilir. Bu süreçte Türkiye’nin kazan-kazan prensibini benimsemesi kritik önemdedir.
- Hukuki Zemin Üzerinden Stratejik Meşruiyet Arayışı
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki en büyük avantajlarından biri, birçok uluslararası deniz hukuk kararının kendi tezleriyle örtüşmesidir. Adaların sınırsız deniz yetki alanı yaratamayacağına dair ITLOS kararları, bu açıdan önemlidir (Tanaka, 2015; Oral, 2010).
Türkiye, uluslararası kamuoyunu ikna edebilmek adına, bu hukuki kararları daha görünür hale getirmeli, akademik ve diplomatik platformlarda bu örnekleri sistemli biçimde kullanmalıdır. Aynı zamanda Türkiye, kendi hukuki argümanlarını destekleyecek bilimsel çalışmaları teşvik etmeli ve yayınlara dönüştürmelidir.
Uluslararası Adalet Divanı’na başvuru seçeneği ise henüz gündemde olmamakla birlikte, uygun şartlar oluştuğunda stratejik bir hamle olarak masada tutulmalıdır.
- Kamu Diplomasisi ve Akademik Etki Alanının Genişletilmesi
Türkiye’nin tezlerinin daha fazla destek bulabilmesi için yalnızca resmi diplomasi yeterli değildir. Kamu diplomasisi, medya stratejileri ve akademik yayınlar aracılığıyla uluslararası kamuoyuna hitap edilmelidir. Özellikle Batı’da Türkiye’nin “yayılmacı” bir aktör olduğu yönündeki algı, doğru bilgiyle dengelenmelidir (SETA, 2021).
Uluslararası konferanslar, akademik iş birlikleri, think-tank raporları ve medya içerikleri, bu stratejinin temel araçları olmalıdır. Türkiye, hem kendi tezlerini yaymalı hem de karşıt argümanların bilimsel temelden yoksun olduğunu somut örneklerle ortaya koymalıdır.
Bu süreçte yurtdışındaki Türk akademisyenler ve diaspora, stratejik iletişimde önemli rol oynayabilir. Kamu diplomasisi artık klasik devlet diplomasisinin ötesine geçmeli, çok aktörlü bir yapıya dönüşmelidir.
- Sonuç ve Politika Önerileri
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını koruması, çok boyutlu ve sürdürülebilir bir stratejiye bağlıdır. Mavi Vatan doktrini bu stratejinin temel çerçevesini oluştursa da, uygulanabilirlik açısından hem askeri hem diplomatik hem de hukuki araçların entegre edilmesi gerekmektedir.
Politika önerileri şu şekilde sıralanabilir:
1. Enerji diplomasisi temelinde İsrail ve Mısır ile doğrudan temaslar başlatılmalıdır.
2. Uluslararası hukuk temelli tezler daha fazla görünür kılınmalı, ITLOS ve ICJ kararları stratejik referans olarak kullanılmalıdır.
3. Kamu diplomasisi ve medya stratejileriyle Türkiye’nin “hak arayan” bir aktör olduğu algısı yaygınlaştırılmalıdır.
4. KKTC ile iş birliği daha da derinleştirilerek, adanın kuzeyinde fiili deniz yetki alanı uygulamaları sürdürülmelidir.
5. Sevilla Haritası gibi belgeler sistemli biçimde teşhir edilmeli, AB’nin taraflı tutumu uluslararası platformlara taşınmalıdır.
6. Bölgesel güvenlik ve enerji iş birliği platformlarına alternatif modeller önerilmeli, Türkiye bu yapıları kurucu aktör olarak şekillendirmelidir.
Sonuç olarak, Mavi Vatan doktrini yalnızca savunmacı değil; aynı zamanda Türkiye’nin denizlerdeki egemenlik haklarını uluslararası normlarla pekiştiren proaktif bir dış politika vizyonudur.
Kaynakça
Gürdeniz, C. (2020). Mavi Vatan Yazıları. Kırmızı Kedi Yayınevi.
Özersay, K. (2001). Kıbrıs’ın Doğal Kaynakları ve Uluslararası Hukuk. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi.
Tanaka, Y. (2015). The International Law of the Sea. Cambridge University Press.
Oral, N. (2010). Turkish Perspectives on International Law and the Law of the Sea. Max Planck Encyclopedia of Public International Law.
Bektaş, M. (2021). Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları ve Türkiye’nin Politikaları. Nobel Yayıncılık.
Gazioğlu, A. (2022). Doğu Akdeniz ve Deniz Hukuku. On İki Levha Yayıncılık.
Uluçevik, Ö. (2021). Doğu Akdeniz’de Güç Savaşı ve Türkiye’nin Stratejik Seçenekleri. SETA Raporu.
ICJ Decisions on Maritime Boundary Delimitations.
ITLOS Case Law – e.g., Bangladesh/Myanmar (2012), Ghana/Côte d’Ivoire (2017).
United Nations. (1982). United Nations Convention on the Law of the Sea (UNCLOS).
Republic of Turkey, Ministry of Foreign Affairs. (2020). Turkey’s Vision on Maritime Jurisdictions.
Kirişci, K. (2020). Turkey’s Geopolitical Conundrum in the Eastern Mediterranean. Brookings Institution.
EastMed Gas Forum Documents (2020–2024).
Yüceer, M. & Ünal, M. (2019). Doğu Akdeniz’de Enerji Kaynakları Üzerinden Güç Mücadelesi. Uluslararası İlişkiler Dergisi.
Gürel, A., Mullen, F. & Tzimitras, H. (2013). The Cyprus Hydrocarbons Issue. PRIO Cyprus Centre.
NATO Parliamentary Assembly (2021). Energy Security in the Eastern Mediterranean.
Erşen, E. & Karataş, G. (2018). Geopolitics of the Eastern Mediterranean and Turkey’s Energy Diplomacy. Turkish Journal of Politics.
International Crisis Group. (2020). Bridging the Divide in Cyprus: A Path toward a Settlement.
European Parliament Research Service (EPRS). (2021). Eastern Mediterranean: Geopolitical Flashpoint.
Bilgin, M. (2021). Uluslararası Enerji Politikaları ve Türkiye. Derin Yayınları.
Egeli, S. (2020). Mavi Vatan Doktrini ve Türkiye’nin Deniz Gücü. EDAM Raporu.
Yıldız, M. & Tuncel, S. (2020). Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları ve Enerji Rekabeti. Bilge Strateji.
ELIAMEP (2021). Energy and Security in the East Mediterranean.
BES
