
of.ozankaya@isnet.net.tr
Türkiye Cumhuriyeti sadece sınırları belirlenmiş bir coğrafya değildir.
13 Mayis 2025 20:17:08
TÜRK MİLLETİNİN VARLIK DAVASI: TARİHİ SORUMLULUK VE DİRENİŞ RUHU
Sefa Yürükel
1. MİLLETİN GÖREV ÇAĞRISI
Türkiye Cumhuriyeti, sadece sınırları belirlenmiş bir coğrafya değil; binlerce yıllık bir milletin, kaderini ve bağımsızlığını kendi elleriyle yazdığı kutsal bir vatan toprağıdır. Bu topraklarda bağımsız yaşamak, Türk milletinin en temel hakkı ve tarihi mirasıdır. Ancak bugün, bu varoluş mücadelesi, içeriden ve dışarıdan gelen planlı saldırılarla karşı karşıyadır.
Emperyalizmin içerdeki işbirlikçi aparatları AKP ve MHP başta olmak üzere, Terör örgütü PKK ve onunla paralel çalışan yapıların hedefi açıktır: Türkiye Cumhuriyeti’nin birliğini bozmak, milleti ayrıştırmak ve nihayetinde bu devleti tarihe gömmektir. Bu bir iddia değil, açıkça dillendirilen bir hedeftir. Ancak ne yazık ki bu sinsi hedeflere bilerek ya da bilmeyerek çanak tutan, suskun kalan veya “demokrasi” kisvesi altında meşrulaştırmaya çalışan çevreler de bulunmaktadır.
Bilinmelidir ki bu sadece siyasi bir mesele değildir; bu bir istiklal ve istikbal meselesidir. Bu millet daha önce defalarca kuşatıldı, diz çöktürüldü sanıldı, ama her seferinde küllerinden doğdu. Bugün de aynı irade, aynı kararlılık ve aynı ruh yeniden ayağa kalkmalıdır.
2. MİLLETİN DÜŞMANI KİMLERDİR?
Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehdit yalnızca silahlı terörist gruplardan ibaret değildir. Devletin varlığına ve milletin birliğine kastedenler sadece dağlarda değil, şehirlerde, ekranlarda, sosyal medyada, iktidarda ve bazı siyasi yapılarda da faaliyet göstermektedir.
PKK gibi bölücü örgütler, emperyalist merkezlerin taşeronları olarak görev yaparken, bazı sözde aydınlar, “barış” adı altında bu planlara zemin hazırlamaktadır. Bu ihanet korosu, “demokrasi”, “özgürlük” gibi kavramların ardına saklanarak Türk milletinin en kutsal değerlerine saldırmakta, birliğini çözmeye çalışmaktadır.
Fakat asıl tehlikeli olan şudur: Bu aşağılamalara sessiz kalanlar, bu ihanetin meşrulaşmasına göz yumanlardır. Bilinmelidir ki; ihanete sessiz kalan, ihanete ortak olur. Ve milletin vicdanı, günü geldiğinde bu suskunluğu da yargılayacaktır.
3. ATATÜRK’ÜN UYARISI VE TARİHİ PERSPEKTİF
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, daha Cumhuriyet’in temelleri atılırken bir gerçeğin altını çizmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı, medenî dünyada layık olduğu yeri alacaktır. Fakat bu yol, dikenli ve çetindir.”
Atatürk’ün bu sözü, sadece bir temenni değil, aynı zamanda bir uyarıdır. Çünkü O, Türk milletinin karşılaşacağı tehditleri ve içerideki gaflet zincirini çok iyi görmüştür. Lozan’da kazanılan bağımsızlık sadece bir başlangıçtı. Esas mesele, bu bağımsızlığı sürekli kılmaktı. İşte bu yüzden Atatürk, “Çok kelleler gidecektir…” diyerek bu sürecin kolay olmayacağını ifade etmiştir.
Bugün yaşananlar, Atatürk’ün yıllar önce yaptığı bu uyarının ne kadar haklı olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Türkiye, içeriden çözülsün, etnik fay hatları derinleştirilsin, milli kimliği erozyona uğrasın istenmektedir. Bu, sadece bugünün değil, 100 yıl öncesinden planlanmış bir emperyalist senaryodur.
PKK ve benzeri yapılar bu senaryonun taşeronluğunu yaparken, bazı iç unsurlar ise gaflet, dalalet hatta mevcut iktidar ve ortakları gibi hıyanet içinde bu planlara katkı sağlamaktadır. İşte burada Atatürk’ün bir başka veciz sözü tekrar yankılanıyor: “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. (…) Bir gün, İstiklal ve Cumhuriyetini müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!”
O gün bugün olabilir.
4. YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE — DEVLETİN BEKASI
Türk milletinin tarihinde bir hakikat vardır ki, o da devletin bekasının milletin namusu olduğudur. Yüzyıllar boyunca nice imparatorluklar kurmuş, coğrafyaları aşmış bu millet, en zorlu dönemlerde dahi devletine sahip çıkmayı bir şeref meselesi olarak görmüştür.
Bu anlayış, atalarımızın dilinde veciz bir şekilde yer etmiştir:
“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!”
Bu söz, sadece bir deyim değil; bir yaşam biçimi, bir varoluş felsefesidir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti, içeriden ve dışarıdan kuşatma altındadır. Devletin temellerine, Anayasasına, üniter yapısına, milli kimliğine karşı yürütülen sistematik saldırılar karşısında susmak, geri çekilmek, görmezden gelmek ihanete ortak olmaktır.
Milletin ve devletin menfaati söz konusu olduğunda hiçbir şahsi çıkar, hiçbir siyasi hesap, hiçbir ideolojik yönelim öncelik taşıyamaz. Çünkü devlet giderse, geriye ne birey kalır, ne toplum, ne de gelecek.
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu bilinci çok erken bir dönemde milletine aşılamıştır. Devletin başsız kalması, otoritenin zayıflaması veya milletin birliğinin çözülmesi, kaosa ve çöküşe davetiye çıkarır. İşte bu yüzden Atatürk’ün öngörüsüyle şekillenen Cumhuriyet rejimi, milli egemenliğe dayalı, halkın iradesini esas alan bir sistemdir.
Ancak bu sistemin yaşatılması, sadece anayasa maddeleriyle değil; milletin iradesiyle, kararlılığıyla ve gerektiğinde fedakârlığıyla mümkündür. Her birey, bu devletin ayakta kalması için bir kale taşıdır. O taşlar yerinden oynarsa, devletin temeli sarsılır.
İşte bu sebeple, bu tarihi noktada milletimizin her ferdi şunu haykırmalıdır:
“Devletimiz varsa biz de varız. Gerekirse her şeyi göze alırız ama devletimizi yıktırmayız!”
5. MEŞRU DİRENME HAKKI VE MİLLİ SEFERBERLİK RUHU
Tarihin her döneminde Türk milleti, vatanına, bayrağına ve devletine yönelen tehditlere karşı meşru müdafaa hakkını sonuna kadar kullanmaktan çekinmemiştir. Bu, sadece askeri bir refleks değil, aynı zamanda kültürel ve ahlaki bir duruştur. Çünkü Türk milleti, “zulme rıza zulümdür” ilkesini benimsemiş; esareti, ihanetle bir tutmuştur.
Bugün yaşanan gelişmeler, Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik topyekûn bir saldırıyı temsil etmektedir. Bu sadece terör saldırılarıyla, sadece siyasi oyunlarla değil; aynı zamanda zihinsel bir işgalle, milli değerleri yok sayma çabalarıyla yürütülmektedir. İşte bu noktada milletin meşru direnme hakkı ( gerektiğinde silahla) devreye girmelidir.
Bu hak, uluslararası hukukun da tanıdığı bir haktır: Bir millet, varlığına kast eden tehditler karşısında meşru ( silahlıda) müdafaa yapabilir. Bu müdafaa sadece fiziksel değil, fikrî, kültürel ve sosyal düzeyde de olmalıdır. Medya üzerinden yürütülen psikolojik savaşlara, eğitimdeki milli kimlik aşındırmalarına, toplumun bilinçli şekilde kutuplaştırılmasına karşı direnç göstermenin zamanı gelmiştir.
Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, bugün de yeni bir Kuvayı Milliye ruhuna ihtiyaç vardır. Ancak bu kez savaş sadece cephede değil; fikirde, medyada, kültürde, her alandadır. Milletin her ferdi, bulunduğu mevzide birer nefer gibi sorumluluk almalıdır. Kimi kalemiyle, kimi sesiyle, kimi emeğiyle bu mücadelenin içinde yer almalıdır.
Bu, bir dik durma, var oluş ve uyanış çağrısır. Bu, devletine ve milletine sahip çıkma çağrısıdır. Bu uyanış, sadece bugünü değil, geleceği de koruma iradesidir. Zira bu milletin geleceği, geçmişteki fedakârlıklardan aldığı ilhamla inşa edilir.
6. TÖRE, MİRAS VE FEDAİ RUHU
Türk milleti sıradan bir topluluk değildir. Bu milletin kodlarında töre, şeref, vatan, namus ve bağımsızlık vardır. Bu değerler, binlerce yıllık tarih boyunca nice imparatorluklar kurdurmuş; bozkırdan Anadolu’ya, oradan dünyaya yayılan bir devlet aklının temelini oluşturmuştur.
Türk töresi, sadece kanunlar dizisi değildir. Töre, milletin yazılı olmayan ama yürekten benimsenmiş hukukudur. Devletin yaşaması, milletin birlik içinde kalması ve doğru ile yanlışın ayırt edilmesi, bu törenin ışığında mümkün olmuştur. İşte bu nedenle bugün içinde bulunduğumuz buharlı ortamda en çok ihtiyaç duyulan şey, yeniden o tarihi bilince dönmektir.
Bugün bu milletin fertlerine düşen görev, sadece tepki vermek değil; bilinçli ve örgütlü bir şekilde, ülkesine ve devletine sahip çıkacak bir “fedai ruhu” taşımaktır. Fedailik, rastgele bir cesaret gösterisi değildir. Bilinçli bir kararlılık, sarsılmaz bir sadakat ve gerektiğinde her şeyini feda edebilecek bir ruh halidir. Bu ruh, Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da kendini göstermiştir.
Şimdi yeni bir çağda, yeni bir tehdit düzeniyle karşı karşıyayız. Bu tehdit fiziki değil sadece; zihinsel, kültürel ve sistematiktir. Bu yüzden bu çağın fedaileri de kalemle, sözle, bilgiyle ve bilinçle mücadele etmelidir.
“Vatanı korumak çocukları korumakla başlar” sözü bugün her zamankinden daha anlamlıdır. Bu milletin çocukları, Türk kimliğiyle, Türkçeyle, Türk tarihiyle yetiştirilmeli; “dünya vatandaşı” masallarıyla değil, “vatan evladı” gerçekliğiyle büyütülmelidir.
Ve elbette unutulmamalıdır:
Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!
Ona el uzatan, dil uzatan her yapı, geçmişte olduğu gibi milletin iradesiyle karşılaşacak ve tarihin çöplüğüne gömülecektir.
7. SONUÇ: VATAN, MİLLET, DEVLET — HAZIR OL!
Bugün geldiğimiz noktada, Türk milleti için sıradan bir dönemden geçmiyoruz. Bu bir kırılma anıdır. Bu anı ya atalarımıza yakışır şekilde karşılayacağız ya da tarih önünde mahcup olacağız.
Fedailer hazır olmalıdır!
Bu fedailik, bilinçli bir yurtseverliğin, akılcı bir kararlılığın ve asla sönmeyen bir bağımsızlık meşalesinin adıdır. Bu milletin öz evlatları, tarihsel görevlerini yerine getirmek üzere harekete geçmeli; milli birlik içinde, meşru zeminde, hukuk ve töre ışığında devlete ve vatana sahip çıkmalıdır.
Çünkü bu topraklar, bizimdir. Bu devlet, bizimdir.
Ve bu mücadele, bizim varlık davamızdır.
SEFA YÜREKEL
BES
